Minber Adabı Ve Nebevi Misyonu!

GİRİŞ: 15.04.2024 01:00      GÜNCELLEME: 15.04.2024 01:00
Rasthaber - İran İslam Devrimi bir minber harekatıdır. Minberin tüm dünya İslam kültüründe en önemli misyonu ve neticesi yirminci yüzyılda hiç beklenmedik bir zamanda İslami iktidarı halkın tamamına yakın bir kitlenin gönlünde yeşertmesiydi. İslam Devriminin tüm siyasi aktörleri hepsi minber ehlidirler.

Ayetullah Humeyni, Ayetullah Mutaharri, Ayetullah Talegani, Beheşti, Ayetullah Hamaney, ve daha niceleri minberin hakkını veren ve adabını asla bozmayan büyük alimlerdi. Onların her biri yine bu adabı koruyan ve yücelten yine büyük alimler tarafından yetiştirildiler.

Yıllar önce bende böyle bir kişinin minberinin dibinde oturduğumu hiç unutmam. O zamanın siyasi gündeminde oluşup da minberde her bahsi geçen konu ve konuları o kadar güzel örneklerle anlatıyordu ki, her konuşmasına hayran kalmıştım ve bende bambaşka ufuklar açmış okumaya araştırmaya ve öğrenmeye yönelik müthiş bir heyecan oluşturmuştu. Ahmet Sabri Hamedani, Valide Han minberinde çok enerjik ve güzel konuşuyor Azeri lehçesinin tüm cilvesi ile beni ve arkadaşlarımı mest ediyordu. Konuşmasının arkasında çok güçlü duygular ve devrim ruhu vardı. Tarihe ve Kerbela’ya yönelik sözleri tiyatral ve bir hava taşıyor ve olayları adeta üç boyutlu gerçek enstantaneler gibi gözlerimizin önünde canlandırıyordu. Hiçbir kimseyi aşağılamaz, agresif ve ar niyetli soruları bile karşısındakinin mantığı içinde anlam bulacak şekilde ilmî cedel ile cevaplar verirdi. Kürsüde asla takiye yapmaz maslahatı öncelemezdi. Her gelen insan ile birebir ilişki kurar ve onun dünyasında anlam oluşturabilecek sözleri de sohbetine eklerdi. Bu yüzden Vali-de Han hiçbir Şii mescidinde olmadığı kadar Sünni gençler ile doluydu. Bu yüzden burası teşeyyü yolunun bu coğrafyadaki tek durağı oldu.

Devrim önderlerinin ve büyük alim ve müçtehitlerin hitabet sanatını icra etmedeki üstün başarısını çok iyi yansıttığına şahidim ve bu mescidin eski müdavimlerinden birçoğu da şahit olmuştur.

İslam devriminin oluştuğu zamanlarda alimler minbere adım adım çıkarlardı. Mahalle mescitlerinde kılınan namazdan tutun köylerdeki ve şehirlerdeki minberlere kadar bu böyleydi. Bu adımlar insanları daha iyi tanımanın, onların sorunlarını çözmenin ve daha ölçülü kürsülere hazırlanmanın emin adımlarıydı. Şehirlerde daha çok bilgi edinmek, yavaş yavaş tanınmak ve ulusal düzeyde yeterli olabilmek için yerel ve mahalle kürsüleriyle başladılar. Ev toplantıları arasında, Nehcü'l-Belağa şerhi ve birkaç ciltlik Kur'an tefsirlerinden dersler yapar ve bu mecliste sorulara kendi ilim ve çıkarımları ile verdikleri cevaplar ile uzmanlaşırlardı.

 Birkaç alim bir sohbette bir arada iseler birinin yaptığı hatayı asla yüzüne vurmaz ve ilmi ve estetik bir müdahale ile hissettirmeden düzeltirlerdi.

Bütün bunlar konuşmacıların doğruluğunu artırdı, tevazularını artırdı samimiyetlerini ikiye katladı ve tüm bunlar onları öyle bir yeteneğe ulaştırdı ki İran halkına rol model olabilecekleri bir yeteneğe ulaştılar.

Bu, meselenin sadece bir yönüydü, tamamı değil. Zamanın gereklerine göre din bilgilerini öğrenmek ve ilim hazinelerine eklemeleri minber ehlinin sürekli işlerinden biriydi. O yıllarda her hafta tanınmış bir vaizin evinde minber toplantıları yapılır o zaman için halka ne söylenip ne söylenmeyeceği tartışılır ve fikir birliğine varılırdı.

Yani, kendi aralarında hiçbir otorite tarafından dikte ettirilmeden kendi sonuçlarına ulaştılar. Elbette bazen büyük müçtehit ve alem alimler, alimlerin onurlarının ve karakterlerinin bunu böyle yapmaları gerektirdiğini tavsiye ediyorlardı ve bu da sürekli değil, ara sıra oluyordu.

Üstelik bazen durumlar tam tersi oluyor ve onlar büyüklere adabınca öğütler veriyorlardı. Her alim kendi ilim seviyesi konusunda tevazu sahibiydiler ve kendilerini yetersiz gördüklerinde ya da ilimlerine ve takvalarına saygı duydukları başka alimleri kendi kürsülerine davet ederdi. Bunu günümüzdeki adet haline gelmiş bir reverans ile kibarlık olsun diye yapmıyorlardı.

İlimleri, takvaları ve tarihi bilgileri yanında edebiyat ehli idiler. Her bir kürsü ehli minber sahibi Şiir ehli idiler. Devrim vaizleri ve minber ehli özellikle edebi ve şiirsel hazinelerden oluşan kapsamlı bir kütüphaneye sahip olan kişilerdi ve şiir ezberleme konusunda şaşırtıcı bir hafızaları vardı.

Konuşmanın arasına Hafızdan, Şirazi’den ve Fars Edebiyatının kıymetli şairlerinden beyitler, şiirler ekleyerek konuşmalarına güzellik katarlardı. Öyle ki İran Devriminin bu naif, takvalı ve ilmi seviyesi yüksek hitabetleri tekrar tekrar Tahran Radyosundan yayınlanır, gazetelerde neşredilir, kasetler ile çoğaltılarak evlerde, dükkanlarda sokaklarda dinlenirdi.

O yıllarda bir grup alimin ve devrim önderlerinin kürsüden yaptığı konuşmaların yayımlanması, onların rivayete, ilme, akla, hatta örf ve adetlere ne kadar önem verdiklerini göstermektedir. Bugün için bile hâlâ bu konuşmalar vaizlerin, kürsü konuşmalarında önemli bir kaynak olarak değerlerini korumaktadır. Bunların dışında minber ehlinin samimiyeti, inancı, imanı ve vakarının da işlerin ilerlemesinde, kitlelerin hidayetinde ve toplumda fesat ve günahın azalmasında önemli etkiye sahipti.

Hitabetlerinde olduğu gibi yaşamlarında da ilmi, irfanı, ahlakı ve samimiyeti o kadar dengeli bir şekilde birleştirdiler ki bugün bile onların bu işleri hayranlık ile anılıyorlar. Kendilerini Ehl-i Beyt'in sofrasının misafiri olarak görüp sofranın kaplarına yapıştılar ve sofra sahibinin kutsallığının korunması gerektiğini söylediler ve emeklerinin Ehl-i Beyt'in ayaklarının altına feda olacağını iyi biliyorlardı. Dolayısıyla yarım asırdan fazla kürsüye çıkan ve ulusal düzeyde vaaz veren ulemanın hiçbirinin olumsuz bir hassasiyet uyandırdığını hatırlamıyorum.

Devrime ve insanlığa katkı sağlayan ve hidayetlere vesile olan minber ehlinin hepsine Allah rahmet eylesin.

Bugün kendi mektebi coğrafyamız da böyle alimlerin eksikliğini hisseder olduk. Özellikle son günlerde kürsüleri işgal etmiş, adap, usul bilmeyen, patavatsız, ölçüsüz ve zamane otoritelerine payanda olmuş ve onların ağzı ile konuşan dengesiz aba sahipleri maalesef ki gündemimizi işgal ediyorlar.

Minberin adabını ve onurunu ihlal eden bu şahıslar çevrelerine topladıkları kendi gibi fanatik ve durum değerlendirmesi ve maslahat gözetemeyen kitleler tarafından destekleniyor pohpohlanıyor. Siyasi otorite bunların piyon olma özelliklerini iyi bildiklerinden ellerinde bir kukla gibi oynatıp faydalanıyor.

Sa’lebi, Fahr-u Razi ve diğer Sünni müfessirlerin rivayet ettiğine göre, Peygamber (saa) rüya aleminde Beni Ümeyye’nin maymunlar şeklinde kendi minberine çıkıp indiğini gördü, Cebrail bunun üzerine

"Hani sana demiştik ki: "Rabbin gerçekten insanları kuşatmıştır. " Sonra sana göstermiş olduğumuz rüyayı sadece insanlar için bir imtihan kıldık. Kur’an’da lanetlenmiş olan ağacı da. Biz onları korkutuyoruz ama bu, onlara büyük bir azgınlık vermekten başka bir şeyi artırmıyor." (İsra 60) ayetini nazil etti.

Bu rüyadaki kişilerin kimler olduğunu İmamlarımız, alim ve müçtehitler tafsilatlı bir şekilde anlatıyorlar. Ancak biz bunları okuyup “Beni Ümeyye” deyip geçeriz fakat onların o minberlerdeki misyonu nasıl çarpıtıp değiştirdiklerini fazlaca yorumlamaz ve hep bir kavme yönelik algılarız.

Ancak buradaki kavim bu duruma zihniyetleri sebebiyle düşmüş ve öyle anılmışlardır.

Bu zihniyet sadece bu kavme özgü bir zihniyet değildir. Minberin misyonunu ihlal eden herkes için geçerlidir.

Peygamber (saa) o minberde duruşu, adabı ve ahlakı ve takvası ile tebliğ ettiği İslam’ın yüce değer ve kaidelerini gönüllere aktarıyordu. Eğer bugün için Şii olsun Sünni olsun bu duruşu, adabı ve ahlak ve takva ile akıl ve ilmi vasfını ihlal eden kim varsa Beni Ümeyye’nin düştüğü duruma düşer ve o “habis” zihniyetin bir parçası olur. Hiç kimse kendini ırkı ile, dahil olduğu mezhep, mektep ile ve tarafı olduğu inanç ile garantide görüp müstağni görmemelidir. Abanın ve kürsünün kibrine kapılıp bir anda kendini habis zihniyetin çukurunda pek âlâ bulabilir. Tarih ve Kur’an anlatıları böyle hikayeler ile doludur.  Bu yüzden benzer durumda olan insanları bu mektep dışlayıp ihraç etmelidir. Yoksa mektebin ve mensuplarının konumları hiç farkında olmadan Beni Ümeyye’nin konumunu bile aşar duruma gelebilir. Kitabı yüceltmenin de ayaklar arasına fırlatmanın arasında çok ince bir çizgi vardır. Bazen mızraklara gerip yükseklere kaldırmak aslında ayak altına sermek demektir.  Maazallah…

 


YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM