Bu sistemin gemisi su almaktadır.
Su alan ve batması muhtemel olan geminin yapımcıları, sahipleri nezdinde de
idaresinde olanlar, tayfaları ve yolcuları arasında da ciddi bir kırılma, görüş
ayrılıkları, çıkar çatışmaları, alternatif çareler, suçlamalar, sorumluluğu
başkalarına yüklemeler baş göstermeye başlamıştır. Bu sistemde belirgin olarak
zuhur eden ekonomik krizlere, sosyal sorunlara, askeri işgallere, talan ve
yağmalara, bunalımlara, tanrıyı oynayan kibirliye karşı itirazlar sadece iç
dinamikler ile izah edilemez. En etkili faktör dünya sahnesine çıkan, eski
sistem ile rekabet edebilecek, askeri gücüne meydan okuyabilecek, sistemi
sorgulayabilecek yeni kuvvetlerin çıkmış olmasıdır. Çürüyen sistemin ve İsrail
gibi en radikal, pervasız, hadsiz, hukuk tanımaz ve fodul bir polis karakoluna
karşı mücadele eden başta Filistin halkı ve onunla sahada
dayanışma içinde olan bölge kuvvetlerin, iki kutuplu dünya nizamının çöktüğü
1991 ve 2003 Irak işgalinden sonra daha kararlı olması, bu gelişmelerden aldığı
cesaret ve ilham ile yakinen ilgilidir. Emperyalist sistemin ve karakollarının
dayattığı sistemin son çırpınışlar içinde olması ve bundan mütevellit süreci
yönetemiyor olmaları ve içinde debelendikleri acziyet sebebiyledir.
VARSAYIMLAR
İsrail ile savaş halinde olan
Suriye, Lübnan, İran, Yemen, Irak, başta Güney Afrika ve Venezuela
olmak üzere kıta ülkelerinin Batı’nın dayattığı uluslararası sisteme ve polis
karakolu İsrail’e karşı ön cepheyi oluşturmalarını bu gelişmeler ışığında
okumalıyız. Bu ülkelerin sahip oldukları devlet nizamı, hataları, eksiklikleri
hakkında eleştirilerimiz, kabul ve ret hakkımız olabilir ve olmalıdır. Eski
sisteme meydan okuyan yeni sistemin bir gün eski sisteme benzeyip benzemeyeceği
varsayımından hareketle bu sürece takoz koyulmaz. Hele ki bu varsayım üzerinden
mevcut olanın baki ve daim olması için bir çaba içinde olmak gaflet, dalalet ve
hıyanet içinde olmaktır.
İsrail-İran, İsrail-Suriye,
İsrail-Lübnan, İsrail-Yemen, İsrail-Irak arasındaki mücadeleyi “tiyatro”,
“kurgulanmış operasyon”, “atari oyunu” ve benzeri komplo teorileri çerçevesinde
sunanlar ya kara cahildir ya da bilerek suyu bulandıran psikolojik operasyon
aygıtlarıdır. Ülkemizde konuyu aklıselim irdeleyen uzmanlar da mevcuttur. Prof.
Dr. Hasan Ünal dostumuzun konu hakkındaki röportajı derslerle doludur. Meseleyi
Şii-Sünni, Yahudi düşmanlığı Kuran emridir zihniyeti ile yorumlayanlar da ciddi
bir yanılgı içinde. İran Yahudileri sosyal hayatta da dini özgürlüklerinde de
parlamentoda da İran vatandaşları kadar hak sahibidir.
HANGİ SÜNNİ ÜLKE İSRAİL İLE
MÜCADELE ETTİ?
Kendisini laik gazeteci olarak
sunan Deniz Zeyrek’in, “İran dahil olduğu bütün çatışmalarda kendisini ABD ve
İsrail gibi düşmanlar üzerinden motive ediyor. Ancak gerçekte bölgedeki Sünni
Müslüman ülkelere daha çok düşmanlık besliyor” ifadesine ne demeli? Şii İran
hangi Sünni Müslüman ülkelere İsrail’den daha çok düşmanlık ediyor? Sünni
Pakistan’a mı, Sünni Afganistan’a mı, Sünni Suudi hanedanlığı, Katar, Kuveyt ve
Birleşik Arap Emirlikleri’ne mi, Sünni Türkiye’ye mi hangi Sünni
ülke? Yukarıdaki tüm Sünni ülkelerle yakın ilişki içindedir. Suudi hanedanlığı
olumlu adım atınca İran ile diplomatik münasebetler yeniden tesis oldu. Hangi
Sünni ülke İsrail ile mücadele etti, savaş halinde veya karşı karşıya geldi de
İran buna itiraz mı etti?
Filistin halkı ve HAMAS Sünni
değil mi? Keşke cumhuriyetçiler, milliyetçiler, halkçılar, devrimciler, laikler
emperyalizme ve onun kuluçkası polis kolonilerine karşı mücadeleyi ön cephede
yapıyor olsaydılar da işimiz Şii-Alevi kimlikli İran, Irak, Suriye, Lübnan ve
Yemen’e kalmasaydı. Keşke “Sünni Müslüman ülkeler” bu işin önderliğini yapsaydı
da onları savunan, haklı mücadelelerini destekleyen yazılar yazsaydık. Hem
piyasada olmayacaksınız, mücadele sahasında “aman bu tiyatro ve orta oyundan
uzak durun” “aman bu sopalı iki delinin sidik yarışından uzak duralım, yurtta
sulh cihanda sulh” “Şii İran İsrail’den daha tehlikeli” edebiyatıyla köstek
olacaksınız, kafa ütüleyecek ve İsrail’in psikolojik propaganda malzemesi
olacaksınız.
BATILI UZMANLAR BİLE KABUL
ETTİ
Suriye-Mısır-Irak’ın İsrail’i
“egemen sınırları içinde” savaşa zorladığı 6 Ekim 1973 ve 7 Ekim 2023’te İsrail
içinde hasıl olan geniş çaplı Filistin saldırısından sonra 13 Nisan 2024’te,
İran’ın toprağı, devleti ve egemenliğini temsil eden Şam’daki Konsolosluğuna
yaptığı saldırıya karşılık olarak başlattığı askeri operasyonu İsrailli
generaller, siyasiler ve gazeteciler, Ürdünlü emekli generaller, Batının
objektif yorumcuları bile İran’ın bu operasyon ile İsrail’e verdiği zararı,
Nehev askeri üssüne verdiği maddi ve personel hasarı, siyaseten ve psikolojik
olarak yarattığı etkilerini sizden daha onurlu analiz ettiler.
Beri tarafta, Kurtlar Vadisi
dizisinde geçen bir konuşmayı “bugünü 20 sene önce gördüler” mottosuyla
tedavüle soktular. “İkisi de varlıklarını birbirlerinin karşıtlığı üzerinden
sürdürüyorlar. İsrail olmasa İran bölgede hüküm sahibi olamaz. İran olmasa İsrail
Amerika’yı istediği gibi kullanamaz. Tansiyonun düştüğünü hissettikleri an
yapay bir tansiyon yaratıyorlar… Arada petrol ve silah tacirleri büyük paralar
kazanıyor.” Ne muhteşem bir tespit, ne harika bir kehanet değil mi? Ama ve
lakin bal içinde sunulan zehir misali. İsrail’i savunamayanlar, kamuoyu
nezdinde itibarı ve meşruiyeti sorgulanan işgalci, katliamcı ve yayılmacı bir
devlet ile Şii düşmanlığı, Farisi milliyetçi karşıtlığı veya rakip güdüsü
düşmanlığı sebebiyle İran’ı İsrail ile eş tutarak Sünni veya milliyetçi kesimi
İran’dan uzak tutma gayretidir. Son merhalede bu çaba İsrail’e hizmettir. Zira
duydu duymadı, gördü görmedi duyunca-görünce bayıldı misali çok şaşalı ve
filozofik görünen sahnedeki konuşmanın saçma ve içi boş olduğu açıktır. Neden mi?
Temel bir gerçeklik kuramı
üzerinden kurgulanmış bir sahne. Zira tüm devletlerin varlığı zıtların birliği,
birlikteliğin zıtlığı üzerine kuruludur. Düşman olmasaydı dost, dost olmasaydı
düşman olmazdı. İsrail olmasaydı, bir Filistin davası da olmazdı. Peki o vakit
ne olurdu? Büyük olasılıkla Filistinliler birbirleriyle çatışır, rekabet eder
kan dökerdi. Ayrıca ilginç, yeni fevkalade keşif gibi sunulan bu konuşmayı
ecdadımız yüzlerce sene önce bir atasözü ile açıklamış; Ben ve kardeşim
emmioğluna karşı, ben ve emmioğlum yabancıya karşı. Peki yabancı olmasaydı ne
olurdu? Emmioğlu ile çatışırdık. Emmioğlum olmadaydı ne olurdu? Kardeşler Kabil
ve Habil misali birbirleriyle rekabet eder, kavga aralarında hasıl olurdu?
ATTİLA İLHAN’I YİNE YAD
EDİYORUZ
Ukrayna 2014 antlaşmasına sadık
kalsaydı Rusya Ukrayna’da olmazdı. İran Şahı, Savak örgütü, ABD ile derin
bağları olmasaydı İran’da devrim olmazdı. Anadolu işgal edilmeseydi Milli
Kurtuluş Mücadelesi ve Atatürk olmazdı. “İsrail Türkiye’de İsrail’den daha
güçlüdür” tespitini yapan Atila İlhan’ı bir kez daha rahmetle yâd ediyoruz.
İsrail olmasaydı siz tiyatrocular, kumpasçılar, komplocular da olmazdı. Siz
olmasaydınız bu kadar yorulup sizi muhatap alacak kimse de olmazdı. Can Yücel’e
şiirlerinde neden bu kadar küfür ediyorsun diye sormazlardı. O da, “lan bu
kadar o… çocuğunu küfürsüz nasıl anlatayım” da demezdi.
aydınlık