Rasthaber - Türkiye ile Irak arasında, PKK’ya karşı birlikte mücadeleyi de kapsayan ortaklığın önemi tartışılıyor. Öncelikle, bu konunun PKK’ya yönelik operasyonları içeren taktik yönünün ötesinde daha geniş bir stratejik çerçevesi olduğunu saptamak gerekiyor. Şunu vurgulayalım: Bu noktaya, 24 Temmuz 2015’te başlayan yurt içinde ve dışında teröre karşı topyekün mücadele harekatlarıyla gelinmiştir. Uygulamaya geçirilen konseptin nihai hedefi, PKK’yı bertaraf etmek, aynı zamanda PKK vasıtasıyla kurulmak istenen İkinci İsrail’i tarihe gömmektir. Bu hedefin başarıya ulaşması için bölgesel işbirliği aşamasına geçilmesi zorunludur.
NESNEL ÇIKAR BİRLİĞİ
Bir önceki yazımızı, “ABD’nin asıl önceliği Irak’ın
kuzeyi konusunda Türkiye-İran ortaklığını önlemek” diye
bitirmiştik. Çünkü, Türkiye ve İran’ın ortaklığı, ABD’nin Batı Asya
stratejisinin merkezindeki İkinci İsrail planını nihai olarak çöpe atma
kabiliyetine sahiptir.
İki ülkenin hem Irak’taki hem de Suriye’deki stratejik
çıkarları, esas olarak aynı noktada buluşmaktadır. 1991 sonrasında Irak’ın
kuzeyinde temeli atılan İkinci İsrail iki ülke açısından da ulusal güvenlik
tehdidi oluşturmaktadır.
Yeri gelmişken vurgulayalım. Türkiye’de de çokça alıcısı
bulunan bir komplo teorisi olan, ABD’nin, Irak’a müdahalesinin İran’ın önünü
açtığı iddiası büyük bir yutturmacadır. Evet, ABD’nin devirdiği Saddam Hüseyin
yönetimindeki Irak ile İran 1980-88 arasında savaşmıştır. Ama Irak devletinin
yok edilmesi ve özellikle ülkenin kuzeyinde 30 yıldır merkezi devlet gücünün
olmayışı, İran’a karşı Saddam Hüseyin yönetiminin oluşturduğu tehditten
katbekat daha fazla güvenlik sorunu yaratmıştır. Bu bölgedeki merkezi devlet
boşluğu, ABD ve İsrail tarafından doldurulmuştur. Bu bölge, CIA ve MOSSAD’ın
kanatları altında, uyuşturucu, insan, silah her türden kaçakçılığın merkezi
haline getirilmiş ve bu faaliyetlerle finanse edilen farklı örgütlere mensup
teröristlerin dünyanın dört bir tarafına dağıtıldığı bir kuluçka alanı olarak
kullanılmıştır. Bölge sadece, Türkiye’ye yönelik PKK terörünün beslenip
büyütüldüğü yer olmanın ötesinde İran rejimine karşı savaşan terör örgütlerinin
de yatağı olmuştur. Daha önemlisi, Irak’ın kuzeyinin CIA ve MOSSAD’ın bölge
çapında yürüttüğü operasyonlarda bir merkez olarak kullanılmasıdır.
Bu nedenle 1991’den sonra Irak konusunda Türkiye ile İran
arasında nesnel bir çıkar birliği vardır.
FİİLİ ORTAKLIĞA
Son dönemde Türkiye gibi İran da, Irak Kürt Bölge
Yönetimi’nin (IKBY) Bağdat’ın denetimi altına girmesini öncelikli olarak
görmekte, Irak Ordusu’nun ülke genelinde sınırları koruyacağı şartları
sağlamayı amaçlamaktadır. İran hem Bağdat’ı, hem de Erbil’i, aralarında PKK’nın
İran kolu PJAK’ın da bulunduğu terör örgütlerinin faaliyetlerini önlemesi için
zorlamaktadır. 2023 yılı Mart ayında İran ile Irak arasında ortak sınırların
korunması ve güvenlik alanlarında işbirliğini içeren bir mutabakat imzalandı. İran’ın,
kuzeydeki bölgesel yönetimi MOSSAD’a ev sahipliği yapmakla suçlayacak kadar
sertleşmesi, geçen Ocak’ta Irak’ın kuzeyindeki birden fazla noktayı “siyonist
istihbarat merkezi” olduğu gerekçesiyle roketlerle hedef alması İran ile Erbil
arasındaki gerginliğin boyutunu anlamak açısından yeterli.
Türkiye ve İran’ın Irak merkezi Hükümetinden beklentileri
aynıdır: Irak’ın topraklarının tamamında otorite sahibi bir Bağdat yönetimi.
Son bir yıl içinde İran ve Türkiye sınırları boyunca daha önce Peşmerge
güçlerinin denetiminde olan alanlarda Irak sınır muhafızlarının
görevlendirilmiş olması da önemle kaydedilmesi gereken bir gelişmedir. Ayrıca,
son dönemde Irak kurumları Erbil’in bağımsızmış gibi faaliyet göstermesini
engelleyen kararlar aldı. Irak Federal Yüksek Mahkemesi, 2022 yılında IKBY’nin
kendi hesabına petrol ve gaz satışına imkan tanıyan yasasını iptal etti. Geçen
yıl, bölgesel Meclisin görev süresinin uzatılmasının, Irak Anayasası’na aykırı
olduğuna hükmetti. Bu yıl 21 Şubat’ta alınan bir kararla da Mahkeme, IKBY’deki
kamu görevlilerinin maaşlarının ödenmesi sorumluluğunun Erbil’den Bağdat’a
kaydırılmasına ve meblağın Irak Kürdistanı’nın bütçe payından düşülmesine karar
verdi.
Bugün Türkiye ve İran’ın 2017 sonrasındaki politikalarının
sonucunda görünen durum şudur: Geçmiş yıllarda ABD-İsrail’i arkasına alarak
Bağdat’a, Ankara’ya, Tahran’a, Şam’a efelenen, bağımsızlık macerasına girişen
Bölgesel Yönetim’in, Irak sınırları içinde Bağdat’ın otoritesini kabul etmiş
bir bölge olmayı kabullenmekten başka çaresi kalmamıştır.
NİHAİ ÇÖZÜM İÇİN
Türkiye ile arasındaki çıkar birliğinin, geçmiş yıllar
boyunca sonuç alıcı şekilde fiili ortaklığa dönüşmemesinde iki ülkedeki
yönetimlerden de kaynaklanan nedenler vardır. Fakat belirleyici olan
Türkiye’deki Amerikan nüfuzudur, NATO’culuktur ve devlet içindeki Gladyo
örgütlenmesidir. 15 Temmuz 2016’dan sonra Gladyo’nun devlet içinden
temizlenmesi süreci, bölgesel işbirliği için şartları daha uygun hale
getirmiştir. Ama şunu belirtmeliyiz: Bugün de NATO bağı, Türkiye’nin, ihtiyacı
olan bölgesel ortaklıkları kurmasına karşı ayağında pranga olmaya devam
etmektedir.
Sonuç olarak, 2017’de Irak’ın kuzeyinde bağımsızlık
referandumu girişiminden bu yana, Türkiye ve İran arasında stratejik düzlemde
ortaklık kurulması için şartlar oluşmuştur. ABD ve İsrail dışlanarak, Irak ile
ortaklığın, Suriye ve İran’ı dahil ederek bölgesel ortaklığa dönüştürülmesiyle
sorunun nihai çözümü sağlanabilecektir.