Liyakatsizlik
Allah'a doğru seyr ve süluk edip Allah'a yakınlık makamına
ulaşmanın en büyük engeli bu makamı isteyen nefsin liyakatsizliğidir. Günah
işleme sonucu bulanmış ve karanlık olan bir kalp ilâhî nurların parlayış
merkezi olamaz. İnsanın kalbi günah sonucu Allah'tan uzaklaşırken kurb ve
yakınlık makamına nasıl ulaşabilir?! Böyle bir kalp şeytanın komut verdiği
yerdir. Öyleyse Allah'ın yakın melekleri ona nasıl inebilirler?!
İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
"İnsan günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta
oluşur, günahından tövbe edecek olursa o siyah nokta kaybolur ve eğer günah
işlemeğe devam edecek olursa siyah nokta bütün kalbi kaplayıncaya kadar yavaş
yavaş büyür. Bu durumda o adam hiçbir zaman kurtuluşa erişemez."[1]
İmam Sadık (a.s) babası İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle
naklediyor:
"İnsanın kalbi için günahtan daha kötü bir şey yoktur;
çünkü günah kalbe galip gelinceye kadar onunla savaşır ve neticede kalp terse
döner."[2]
Günahkâr insanın kalbi terse dönük olup aksi yönde hareket
eder. Böyle bir kalp yakınlık (kurb) makamına doğru hareket edip Allah'ın nur
ve parıltılarını nasıl kabullenebilir?! Bu bakımdan iradesi olan insanın her
şeyden önce nefsini günahlardan tezkiye edip temizlemesi, riyazet ve zikre
ondan sonra başvurması farzdır. Aksi takdirde zikir ve ibadet etmeye çaba ve
gayret göstermesi onu Allah'a yakınlaştırmaz.
Dünyevi Bağlar
Bu yoldaki engellerden biri de maddi bağlardır. Mal, servet,
çoluk-çocuk, anne ve baba, kardeş, ilim ve hatta bilgi sevgisi bile insanı
hareket, hicret ve süluktan alıkor.
Hissî (maddî) şeylerle ülfet kurup onlara gönül kaptıran bir
kalp, onlardan el etek çekerek yüce aleme doğru nasıl seyredip yükselebilir?
Dünyevî ve maddî işlerin yeri olan bir kalp ilâhî nurların parlayış yeri olabilir
mi? Ayrıca hadislerden anlaşıldığı kadarıyla dünya sevgisi bütün günahların
kaynağıdır ve günahkâr insan Allah'ın kurb makamına yükselemez.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
"Bütün günahların kaynağı, dünya sevgisidir." [3]
Hz. Resulullah'tan (s.a.a) şöyle naklediliyor:
"Allah'a karşı işlenen günahlar altı şeyden
kaynaklanır: Dünya sevgisi, makama düşkünlük, kadına düşkünlük, yemeğe
düşkünlük, uykuya düşkünlük ve rahatlığa düşkünlük." [4]
İmam Sadık'tan (a.s) şöyle naklediliyor:
"Kulun Allah'tan en uzak olduğu halleri, karnını
doyurmaktan ve şehvetinin isteklerini temin etmekten başka bir hedefi olmadığı
zamanlardır." [5]
Cabir şöyle naklediyor: İmam Bâkır'ın (a.s) huzuruna
gittiğimde bana hitaben: "Ey Cabir! Vallahi ben hüzünlüyüm ve kalbimle
uğraşıyorum." buyurdu. "Canım size feda olsun, neden hüzünlüsünüz ve
niçin kalbinizle uğraşıyorsunuz?" dedim. Hazret şöyle buyurdu:
"Her kimin kalbine Allah'ın saf ve halis dini girerse,
kalp Allah'tan gayrisinden boşalır. Ey Cabir! Dünya nedir ve ne değeri vardır?
İnsanın yediği bir lokmadan, giydiği bir elbiseden veya evlendiği bir kadından
başka bir şey midir? Ey Cabir! Müminler, dünyaya ve dünya hayatına itimat etmez
ve ahiret alemine gitmekten kendilerini amanda görmezler (ahirete iman
ederler). Ey Cabir! Ahiret ebedi bir yurttur; dünya ise ölüm yeri ve geçici bir
yurttur. Ancak dünya ehli bundan gafildir. Düşünen, tefekkür eden ve ibret
alanlar müminlerdir. Kulaklarına ulaşan şey onları Allah'ın zikrinden alıkoymaz
dünya ziynetlerini görmek onları Allah'ın zikrinden gafil etmez. O halde
bildikleri ahiret mükafatına kavuşurlar." [6]
Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor:
"İnsan yediği şeye itina edip, önemsedikçe imanın
tadını tadamaz." [7]
Sâlik (süluk eden kimse), yüce makama doğru hicret ve
hareket edebilmesi için bu düşkünlükleri kalbinden çıkarmalıdır. Dünya
düşkünlüklerinin fikir ve zikirlerini kalbinden çıkarmalıdır ki, onların yerini
Allah'ın zikri alsın.
Şunu da hatırlatalım ki, çirkin olup kınanan şey, dünyevi
şeylere tutkun olmak ve onlara gönül vermektir; onların kendisi değil. Salik
hayatını sürdürebilmesi için diğer insanlar gibi yemeğe, elbiseye, eve ve
evlenmeye ihtiyacı olup onları temin etmek için çalışmak zorundadır. Neslinin
devamı için evlenmek zorundadır. Sosyal hayatını idare etmek için sosyal bir
sorumluluk üstlenmelidir; dolayısıyla kutlu İslâm dininde bunların hiçbiri
kötülenmemiş, yerilmemiştir; tersine kurbet ve Allah'a yakınlık kastıyla olduğu
takdirde bunların hepsi ibadet sayılıp, insanı Allah'a yaklaştırabilirler.
Bunların kendileri de harekete, seyr ve süluka, Allah'ı anmaya engel
değillerdir, hareket ve zikre engel olan şey bunlara düşkünlük ve gönül
vermektir. Bunlar, insan hayatının hedefi olur da onun fikir ve zikrini meşgul
edecek olursa, Allah'tan gaflet etmeye sebep olur. Paraya tapmak,
kadınperestlik, makamperestlik ve ilme tapmak kötülenmiş ve kınanmış olup
insanı seyr ve süluk etmekten alıkor; yoksa bizzat paranın, kadının, makam ve
ilmin kendisi yerilmemiştir.
Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Ali (a.s), İmam Zeynül Abidin
(a.s) ve diğer İmamlar da çalışıp Allah'ın nimetlerinden istifade ediyorlardı.
İslâm'ın dünya ve ahiret için, dünyevî ve uhrevî işler için bir sınır
tanımayışı onun meziyet ve üstünlüklerinden biridir.
Nefsani İsteklere Uymak
Üçüncü engel, nefsanî eğilimler ve hevesleri izlemektir.
Nefsanî eğilimler koyu dumanlar gibi gönül evini siyah ve karanlık ederler ve
böyle bir kalbin ilâhî nurların parlamasına layık bir makam olmadığı ortadadır.
Heves ve istekler devamlı kalbi sağa sola çeker ve Rabbiyle halvet edip dost
olması için ona fırsat vermezler. Gece gündüz nefsanî istekleri doyurmaya ve
onları tatmin etmeye çalışan bir nefis dünyadan hicret ederek Allah'ın kutlu
kapısına yükselebilir mi?
Allah-u Tealâ Kuran-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"İstek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın
yolundan saptırır." [8]
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
"Halkın en cesuru, nefsinin isteklerine galip
gelenidir." [9]
Çok Yemek
Zikir ve Allah'ı anmanın engellerinden biri de aşırı yemek
ve boğazına düşkün olmaktır. Güzel ve lezzetli yemekler hazırlamak ve karnını
türlü yemeklerle doldurmak için gece gündüz çaba harcayan bir kimse Rabbiyle
nasıl halvet edebilir ve onunla nasıl dostluk kurup ona raz-u niyaz edip
yakarabilir?!
İnsan yemekle dolu mideyle ibadet ve dua için manevi bir hal
nasıl bulabilir? Zevki yemek ve içmekte bulan kimse dua, Allah'a yakarma ve
münacatın tadını nasıl alabilir? Evet, İslâm fazla yemek yemeyi yermiştir.
Hz. Ali (a.s), Ebu Basir'e şöyle buyurmuştur:
"Çok yemek ve oburluk sonucu miden isyan eder. İnsanın
Allah'a en yakın hali midesinin boş olduğu zamandır ve onun Allah'tan uzak
olduğu en kötü hali ise midesi dolu olduğu zamandır." [10]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
"Allah-u Tealâ oburluğu yermiştir." [11]
Resulullah Efendimizden (s.a.a) şöyle naklediliyor:
"Oburluk etmeyin, aksi takdirde kalbinizden marifet
nuru söner." [12]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
"Müminin kalbi için (manevi durumu için) aşırı yemekten
daha zararlı bir şey yoktur. Aşırı yemek kalp kasavetine (katılaşmasına) ve
şehveti tahrik etmeye sebep olur; açlık ise müminin coşkusu, ruhun gıdası,
kalbin yemeği ve vücudun sağılığıdır." [13]
Hz. Ali (a.s) buyuruyor ki:
"Allah-u Tealâ kulunun salâh ve hayrını istediği zaman
ona az konuşmayı, az yemeyi ve az uyumayı ilham eder." [14]
Yine Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklediliyor:
"Açlık, nefsi kontrol etmek ve onun alışkanlıklarını
bertaraf etmek için en iyi yardımcıdır." [15]
Hz. Ali (a.s) Miraç Gecesi'nde Allah-u Tealâ'nın
Resulullah'a (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Ey Ahmed! Keşke açlık, sükut ve halvetin tadını ve bunların
sonuçlarını tatsaydın!" Hz. Resulullah (s.a.a) "Rabbim! Açlığın
faydası nedir?" dedi. Allah-u Tealâ şöyle buyurdu: "Hikmet, kalbi
koruma, bana yaklaşma, devamlı hüzün, aşırı harcamamak, hak söz, iyi ve dar
günden korkmamaktır." [16]
Evet, sâlikin de diğer insanlar gibi hayatını sürdürmek ve
ibadet gücüne sahip olmak için yemeye ihtiyacı vardır. Ancak sâlik vücudunun
ihtiyaçlarını giderecek miktarda yemek yemeli ve aşırı yemekten gerçekten
sakınmalıdır. Çünkü aşırı yemek ve oburluk uyuşukluğa, gevşekliğe, ibadete
meyilsizliğe, kalbin katılaşmasına ve Allah'ı anmaktan gaflete sebep olur. Tam
aksine az yemek ve açlık hafifliğe, ibadet ve Allah'a teveccüh etmeye
hazırlıklı olmaya sebep olur. İnsan aç olduğu zaman dolu mideyle sahip
olamayacağı ruh sefasına, nuraniyete ve iyi bir hale sahip olur. Dolayısıyla
sâlikin, vücudunun ihtiyaç duyduğu kadarıyla yemek yemesi gerekmektedir;
bilhassa zikir, dua ve ibadet ettiği zamanlar aç olmalıdır.
Gereksiz Konuşmalar
Sâliki hareket etmekten ve hedefine ulaşmaktan alıkoyan,
teveccüh ve kalp huzuruna engel olan şeylerden biri de faydasız ve gereksiz
konuşmalardır. Allah-u Tealâ insana ihtiyacını gidersin diye konuşma gücü
vermiştir. Gereği kadar konuştuğu taktirde bu büyük nimetten doğru yararlanmış
olur. Ancak boş ve gereksiz şeyler konuşursa bu büyük ilâhî nimeti zayi etmiş
olur. Ayrıca aşırı derecede fazla ve dağınık şeyler konuşursa zihni ve
düşünceleri dağılır, perişan olur ve Allah-u Tealâ'ya kamilen teveccüh edemez,
kalp huzuru bulamaz. Dolayısıyla hadislerde faydasız ve gereğinden fazla
konuşmak yerilmiştir. İşte bir kaç örnek:
Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor:
"Allah'ın zikri dışında aşırı derecede fazla
konuşmaktan sakınınız. Zira çok konuşmak Allah'ın zikri dışında kalbin
katılaşmasına sebep olur ve Allah'tan en uzak olan kimse ise kalbi katılaşmış
olandır." [17]
Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklediliyor:
"Dilini koru ve sözlerini say ki, hayır işler dışında
sözlerin azalsın." [18]
Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki:
"Söz, yararlı, sağlıklı ve şahib olmak üzere üçe
ayrılır. Yararlı söz ibadettir, sağlıklı söz Allah'ın sevdiği ve hoşnut olduğu
sözdür. Şahib ise halk hakkında boş yere konuşan kimsedir." [19]
Resulullah (s.a.a) yine söyle buyuruyor:
"Dilini koru; zira bu, nefsin için en iyi hediyedir.
İnsan, imanın hakikatine dilini koruma dışında hiçbir şeyle ulaşamaz."
[20]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmaktadır:
"Üç şey düşünce ve anlayışın nişanelerindendir: Sabır,
ilim ve sükut. Sükut hikmet kapılarından bir kapıdır. Sükut etmek mahabbete
sebep olup her hayrın rehberidir." [21]
Hz. Ali (a.s) buyuruyor ki:
"Akıl kemale ulaşınca konuşma azalır." [22]
İmam Sadık'tan (a.s) şöyle naklediliyor:
"Hiçbir ibadet sükut etmekten ve yaya olarak
Beytullah'a gitmekten daha faziletli değildir." [23]
Resulullah (s.a.a) Ebuzer'e şöyle buyurmuştur:
"Sana uzun uzun sükut etmeyi tavsiye ediyorum. Zira bu
vasıtayla şeytan senden uzaklaşır; doğrusu sükut dini korumak için iyi bir
yardımcıdır." [24]
Her hâlükarda sâlikin dilini kamilen koruması ve ölçülü
konuşması gerekmektedir, laubali olmaktan ve çok konuşmaktan kaçınmalıdır.
Dünya işleri hakkında gereğinden fazla konuşmayıp onun yerine dilini zikirle,
duayla, ilmi ve faydalı sosyal meselelerle meşgul etmelidir.
Büyük üstad ve yüce arif Allâme Tabatabaî şöyle buyururdu:
"Ben sükut etmekten değerli sonuçlar aldım, sefa ve nuraniyet bulmak için
kırk gün Sükut edin, gerekmedikçe konuşmayın, düşünün ve zikirle meşgul
olun."
Bencillik
Sâlik, bütün engelleri bertaraf edip, bütün merhalelerden
geçtikten sonra "bencillik" adlı daha büyük bir engelle karşılaşır.
Bütün amelleri, hareketleri ve hatta ibadetlerinin bile bencillikten
kaynaklandığını yeni yeni anlamaya başlar. İbadet, zikir, dua, namaz ve orucu
nefsini mükemmelleştirmek ve uhrevî mükafat içindir ki bunun da sonucu kendi
nefsine dönmektedir. Böyle ibadetler insanı cennete ve uhrevî mükafata
kavuştursa bile yüce zikir, şuhud ve yakınlık makamına ulaştırmazlar. Sâlik
bencillik ve egoistlik makamından inmedikçe Allah'ın nuru kalbinde tecelli
etmez; bencillik ve egoistlik makamından hicret etmedikçe Allah'ın kutlu
kapısına ulaşamaz. Kendi nefsini ve şahsiyetini bırakmadıkça Allah-u Tealâ'nın
eşsiz cemalini göremez. Bütün perdeleri hatta nefis perdesini bile yırtmadıkça
kalbinde ilâhî nurların parlaması için liyakat bulamaz.
Bundan dolayı sâlikin riyazet ve cihat vasıtasıyla kendini
bencillik çerçevesinden çıkarması, kendi nefsini sevmeyi "Allah'ı
sevme"ye dönüştürmesi ve bütün işlerini sadece Allah'ın rızası için
yapması gerekmektedir. Yemek yiyorsa Allah-u Tealâ kendisinden hayatını
sürdürmesini istediği için yemeli, ibadet ediyorsa Allah'ı ibadete ve tapınmaya
layık gördüğü için ibadet etmeli. Böyle bir kişi ne dünyayı ister ve ne de
ahireti, bilâkis sadece Allah'ı ister, hatta keşf ve kerameti bile istemez.
Gerçek mabuttan başka istediği yoktur artık. Bu zor merhaleden de geçerse ve
hatta kendi şahsiyet ve hüviyetini de kaybederse tevhit meydanına ayak basarak
yüce Allah’a yakınlık ve şuhud makamına yükselip "oldukça kudretli,
mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında doğruluk makamındadırlar." [25]
ayetinin kapsamına girebilirler.
Zayıf İrade
Bu yolun büyük ve en önemli engellerinden biri de irade
zaafı ve karar verme gücünün olmayışıdır. Bu engel insanı amelden alıkor.
Şeytan ve nefs-i emmare (kötülüğe emreden nefis) ilk önce riyazet, seyr ve
süluk konusunu küçük ve gereksiz göstermeye çalışır. İnsanı, teveccüh ve kalp
huzuru olmaksızın zahiri vazifeleri yapmayla ikna etmeye çalışarak. Şöyle
derler: "senin bu ibadetleri yapmaktan başka bir vazifen yok; kalp huzuru,
teveccüh ve zikirle ne işin var?!" Ve eğer bir ara kalp huzuru edinmek,
teveccüh ve zikir yapmayı irade ederse yüzlerce hile ve dalavereyle onu
düşüncesinden vazgeçtirir ve bazen onu meyus ve ümitsiz edecek kadar konuyu
onun gözünde zor gösterir.
Ancak irade sahibi olan insan şeytan ve nefs-i emmarenin
vesveselerinin önünü almalı, ayetlere, hadislere, marifet ve ahlak kitaplarına
müracaat ederek seyr ve sülukun, kalp huzuru edinmenin, zikir ve şuhudun değer
ve gerekliliğine vakıf olmalıdır. Onun değerinin farkına varıp, ebedi saadetini
onda görünce ciddi bir şekilde işe girişmeli, ümitsizliğe müsaade etmemeli ve
kendi nefsine hitaben: "Zor olsa da gelecek saadetim ona bağlı olduğu için
bu işe girişmek zorundayım." demelidir. Zira Allah-u Tealâ buyuruyor ki:
"Bizim uğrumuzda cihad edenlere, biz şüphesiz onlara
yollarımızı gösteririz." [26]