Bu sohbetimizde İslam inkılabı zaferinin 42. Yıldönümünde
kısaca direniş diyaloğu ve bileşenlerine değinmek istiyoruz.
İran İslam inkılabı daha önce benzeri yaşanmamış bir inkılap
olarak zafere kavuştu. Bu devrimin temeli, dini, ahlaki ve manevi değerlerdi.
Daha önce yaşanan devrimlerin hiç birinin temeli dini ve değerli değildi. Bu da
İslam inkılabını diğer devrimlerden ayıran en bariz özelliklerinden biridir.
İslam inkılabının diğer inkılaplardan farklı olan diğer
önemli özelliği ise İslam inkılabının bir çeşit hükümet modeli sunmasıdır.
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamenei de bu konuya İslam inkılabı
ikinci adımı bildirisinde değinmiştir. İslam inkılabından önce sosyalist ve
liberalist olmak üzere iki çeşit hükümet modeli vardı. Fakat İslam inkılabı
İslami değerlere dayalı bir model sunarak aslında dünyada 3. Bir başka hükümet
modelini oluşturdu.
İslam inkılabını daha önce yaşanan diğer inkılaplardan
ayıran özelliği ise inkılabın darbe veya askeri operasyonla gerçekleşmemesidir;
bu inkılap halkın talebi ve dini liderlerine eşlik etmesi sonucu şekillendi.
İslam inkılabı rehberi, halkın inkılabın zaferindeki rolüne işaretle,
"İslam inkılabının zaferi ardından halkın rolü onlardan alınmadı ve hatta
inkılabın unsurlarından biri olarak rolüne devam etti. Fakat diğer inkılaplarda
zaferin ardından halkın rolü dikkate alınmadı ve önemsenmedi." ifadesini
kullandı.
İslam inkılabı ile ilgili bir diğer önemli konu ise bu
devrimin zaferden önce ve sonrası, yoğun dış baskıya maruz kalmasıdır. Başka
bir ifade ile yabancı güçler inkılabın zaferinde halkı desteklemediği gibi
İslam inkılabından sonra da devrime yönelik çok yönlü baskıları sürdürdü ve bu
baskılar hafif veya yoğunlaşırken hiçbir zaman kesilmedi. Tabi ki bu baskıların
en yoğun dönemi ise eski Amerika cumhurbaşkanı Donald Trump’ın başkanlık
dönemiydi; nitekim Amerika’nın BM eski temsilcisi Nikki Haley’nin itiraf ettiği
gibi Trump yönetimi İran İslam cumhuriyetini devirmek hedefindeydi. Buna rağman
İran İslam cumhuriyeti 42 yıl süren tüm bu baskılara karşı direnerek teslim
olmadı ve izzet, erdemlik ve bağımsızlık gibi temel ilkelerinden ödün vermedi.
İslam inkılabının bu davranış modeli ve dünyadaki diğer
devrimlere göre kendine has özellikleri, son 40 yılda hem İran'da ve hem batı
Asya bölgesinde direnişe dayalı bir kültürün şekillenmesine sebep oldu. Direniş
eksen siyasi kültür, yerel güvenliğe vurgu yapıyor ve ithal güvenliğe karşıdır
zira ülkeleri yabancı güçlere bağımlı kılıyor ve iç ve dış kararları etkiliyor.
Bu eşsiz siyasi kültür halkın eşliği ve İmam Humeyni –ra- ve Ayetullah Hamenei
liderliğinde, günümüzde İran İslam cumhuriyetinin batı Asya bölgesinin en
önemli güçlerinden ve hatta dünyada etkin aktörlerinden biri olmasına sebep
olmuştur.
İslam inkılabının zaferi ardından batı Asya bölgesinde,
İslam inkılabı, ilkeleri ve de inkılabın her iki liderini kendi düşünce ve
davranış modeli olarak benimseyen yeni
oyuncular ortaya çıktı. Filistin İslami cihat, Filistin İslami direniş hareketi
Hamas, Lübnan Hizbullah, Yemen Ensarullah, Irak Haşdi Şabi, Kuvat el-Vatani Suriye
ise, İslam inkılabı ardından şekillenen ve İran İslam inkılabına sadık olan
direniş gruplarının en bilinenleridir.
Üniversite akademisyenlerinden Seyid Celal Dehgani
Firuzabadi bu konuda şöyle diyor:
"İslam inkılabı hş. 1357 yılında bir siyasi-sosyal
gelişme olarak yaşandı fakat bu siyasi ve sosyal gelişmeden daha da önemlisi,
İslam inkılabı diyaloğudur. Biz eğer İslam inkılabından söz ediyorsak, sadece
hedefimiz 1357 devrimi değil, İslam inkılabının oluşturduğu diyalogdan
bahsediyoruz. Eğer diyaloğumuz liberalizm ve komünizmi diğer iki diyalogda
dikkate alırsak İslam inkılabı diyaloğu bu ikisinden başkadır. Eğer direniş
diyaloğunu İslam inkılabı diyaloğu çerçevesinde kabul edersek ki bana göre
diğer diyaloglara karşı durması bir gerçektir, öyle ise direniş diyaloğu farklı
karşı söylemleri vardır ve bunlar liberalizm veya komünizm olabilir."
Direniş söylemi ve diyaloğu batı Asya’da bazı elemanları ve
bileşenleri vardır. Seyyid Celal Dehgani Firuzabadi şöyle devam ediyor:
Direniş diyaloğu elemanları ve bileşenlerini iki kategoriye
ayırabiliriz: biri inkar ve reddetmek ve diğeri ise ispat ve onaylamaktır.
Direniş diyaloğunun reddetme boyutunda sultacılık karşıtlığı var. Yani reddetme
söyleminin en önemli unsuru sulta ve sultacılığı reddetmek, ve ikincisi de
istikbar ve istibdat düşmanlığı.
Uluslararası sistemde ayrımcılığın ve yapısal şiddeti reddetmek, uluslararası
ilişkilerde yayılmacılığın reddi, savurganlık ve saldırganlık, direniş
diyaloğunun kabul etmediği boyutuna döner. Fakat direniş söyleminin merkezinde
olan en önemli olumlu yönü ise adalet ve hak taleplik, İslam taleplik, barış
taleplik, izzet ve iktidar taleplik, bağımsızlık ve özgürlük taleblik,
maneviyatçılık, hikmet ve akılcılık, pragmatizm, idealizm ve gerçekçiliktir.
Bu özelliklere sahip olan diyalog, direniş gruplarının
yabancı tehditlerine karşı önleyici stratejiyi seçmelerine sebep oldu. Bu
strateji çerçevesinde direniş grupların askeri gücünü takviye etmek gündeme
alındı. Günümüzde “taş” ile mücadele, yerini “füze ve İHA”ya vermiş. Direniş
gruplarının askeri güçlerinin takviye edilmesi İsrail rejimin bu gruplara karşı
savaşlarının sadece 2 güne inmesine sebep olurken aynı zamanda siyasi yankıları
da oldu. Örneğin siyonist rejimin Gazze şeridine karşı ancak 4 gün süren Ekim 2018 savaşı Benyamin Netanyahu
kabinesinin dağılmasını beraberinde getirdi. Ardından bu rejim 3 meclis seçimi
düzenledi fakat yine de kabine dağıldı ve 2 yıllık bir süre zarfında meclisin
4. Kez seçimlerin yapılması bekleniyor.
“Yerli güvenliğe” vurgu yapan direniş diyaloğu, uzlaşma
ekseninin “ithal güvenlik” stratejisinin yenilgisine sebep oldu. İthal güvenlik
büyük güçlere bağlı kalmayı gerektiriyor. Söz konusu büyük güçler de, kendi
çıkarları sağlandıkça bu uzlaşan ülkelere destek veriyorlar ve tabi ki bu
desteğe karşı onların iç ve dış siyasetlerine müdahale ediyor, finans
kaynaklarını sömürüyorlar.
Bölgede direniş ekseninin konumunun belirlenme ve güçlenme
süreci ve hatta güç dengelerinin direniş ekseni lehine değişmesi, düşmanların
özellikle son 10 yılda bu eksene karşı mücadelesini yoğunlaştırmasına sebep
oldu. Direniş ekseninin üyelerinden biri olan Suriye hükümetini “devirme”
düşmanlar ve muhalefetin direniş eksenine karşı izledikleri stratejilerden
biridir. Fakat direniş gruplarının İran İslam cumhuriyetinin desteği ile
birliktelikleri, düşmanın tüm çabalarını yenilgiye mahkum etmiştir.
İran İslam cumhuriyeti, direniş grupları, liderleri ve
şahsiyetlerine karşı “yaptırımın” uygulanması, düşmanın direnişe karşı bir
diğer strateji olarak son 40 yılda sıkça uygulanmıştır. Kendi uydurdukları
“terörist listeye” alınmak ise düşmanların direniş gruplarına karşı son 40
yılda ve özellikle Donald Trump başkanlığı döneminde defalarca kullanılan bir
diğer stratejidir. Direniş ekseni liderleri ve komutanlarına “terör düzenlemek”
ise düşmanların başvurduğu bir diğer taktiktir. Seyit Abbas Musevi, şeyh Ahmet
Yasin, Fethi Şakaki, İmad Muğniye, komutan Kasım Süleymani, Ebu Mehdi Mühendis,
Baha Ebulata ve diğer bir çok tanınan komutan, siyonist rejim İsrail’in ölüm
mangalarında şehit edenlerden bazılarıdır.
Fakat ne yaptırım ve terörist olarak tanımlamak ve ne de
komutanlara terör saldırı düzenlemek, direniş ekseninin hedefleri ve ülkülerine
bağlı kalmamasına ve ilkelerini değiştirmesine ve uzlaşmaya doru yönelmesine
sebep olmadı. Bu eylemler direniş gruplarının, batı Asya bölgesinde ve ülkeler
içinde konumlarını güçlendirmek için azim ve iradelerini daha da
güçlendirmiştir. Günümüzde direniş ekseni, bu bölgede en önemli ve etkin
aktörlerden biri olduğu, inkar edilmeyen bir gerçektir.