Ayetullah'ûl Uzma İmâm Humeynî Kum kentindeki Fevziye
medresesinde ahlâk, irfan ve felsefe dersleri verdiği esnada, mevcut Şah
rejiminin başta kılık/kıyafet olmak üzere İslâm'a savaş açmak anlamına gelen birtakım
uygulamaları dikkatini çekiyor. İmâm, o
esnada nefs tezkiyesi ve tasavvuf üzerine verdiği derslerle adeta tenakuz oluşturacak
nitelikte devrimci bir düşünceye kapılarak Şah rejimine yönelik sert ve sarsıcı
eleştirilerde bulunmaya başlıyor. Şah Muhammed Rıza bu durumdan endişeye
kapılıp rahatsız oluyor ve Fevziye medresesine baskın düzenletip İmâm
Humeynî'yi tutuklatıyor. 4 Haziran 1963 tarihinde vuku bulan bu baskında silah
kullanılıyor ve birçok medrese öğrencisi katlediliyor. Şah, zulüm ve sömürüye
dayalı rejimini koruma adına öylesine sert tedbirler almak istemektedir ki,
İmâm Humeynî'yi idam etme girişiminde bulunuyor. Ancak 1908 Anayasası'na göre
ayetullahların "idam edilemez" hükmü buna engel teşkil ediyor. Buna
bir başka engel ise, İmâm Humeynî'nin tutuklanması üzerine milyonlarca insanın
sokaklara çıkarak protesto eyleminde bulunmasıdır. Halkın bu kararlı tepkisi karşısında
telaşa kapılan Şah çareyi İmâm Humeynî'yi sürgün etmekte buluyor. Bu sebeple
İmâm Türkiye'nin Bursa şehrine zorunlu ikametle sürgün edilmiş oluyor. İmâm
burada 20 ay kalıyor ve sonrasında Irak'ın Necef kentine yerleşiyor. Burada 12
yıl dolayında bulunuyor. İmâm bu esnada teyip kasetlerine ses kayıtları
doldurup bunları bir şekilde İran halkına ulaştırıyor. İmâm etkili bir şekilde
yaptığı konuşmaları ile İran halkını zalim Şah rejimine karşı kin ve düşmanlığa
tahrik edip kışkırtıyor. Söz konusu bu kasetlerin etkisinden dolayı devrim vuku
bulduktan sonra, bu devrime, "kaset devrimi" denilmeye başlanmıştı.
Elbette ki, halkın uyanmasına ve devrimsel sürecin başlamasına sebep olan bu
"kaset yöntemi" devrim için son derece faydalı olmuştu. 1963 yılında
başlayan bu devrimsel süreç 1978 yılının sonbaharında adeta doruğa ulaşmıştı.
Bu süreçte Şah, Irak Devlet Başkanı Saddam'a ricada bulunarak İmâm Humeynî'nin
Irak'tan çıkarılmasını talep ediyor. Şah'ın hatırını kıramayan Saddam, İmâm
Humeynî'yi Irak'ı terk etmesi için Kuveyt sınırına bıraktırıyor. İmâm ailesiyle
birlikte günlerce Kuveyt sınırında mahsur kalıyor. Zira Kuveyt hükümeti İmâm
Humeynî'ye ülkesine giriş izni vermiyor. Ne gariptir ki, Kuveyt sınırındaki
bekleme esnasında hangi Müslüman ülkeye müracaat edildiyse hiçbiri İmâm ve
ailesine vize vermiyor. Bu ara Şah muhaliflerinden bir kesim şahıs Fransa'da
ikamet ediyor olması hasebiyle, bu şahıslar devreye girip Fransa'dan İmâm ve
ailesi için vize alıyor. İmâm bu şekilde 14 yıllık sürgün hayatının 3.5 ayını
Fransa'da geçirmek üzere kerhen ve çaresiz bir şekilde Fransa'ya gidiyor. İmâm
Fransa'da bulunduğu esnada İran'da sokak nümayişleri de had safhaya ulaşmıştı.
Sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağına rağmen İran'ın bütün
şehirlerinde insanlar sokağa çıkıyor ve Şah rejimine karşı nümayiş ve protesto
mitingleri düzenliyordu. Öyle bir raddeye gelinmişti ki, Şah yıkılma tehlikesi
karşısında rejimini koruma refleksi ile askerlerine ateş etme emrini vermişti.
Protesto gösterileri esnasında genellikle ön saflarda kadınlar bulunmaktaydı.
Askerler ateş etmeye teşebbüs edince kadınlar ellerinde bulundurdukları
karanfil ve çiçekleri askerlere doğru atmaya başlıyor ve bu şekilde askerler
şaşkınlık ve taaccüp içerisinde ateş edemez olmuşlardı. Sokak gösterileri ve
protesto eylemleri bu şekilde devam ederken takvim yaprakları 1 Şubat 1979
yılını gösterdiğinde İmâm Fransız havayollarına ait bir uçakla Tahran'a
geliyor. İmâm Tahran'a gelmeden kısa bir süre önce Şah tedavi bahanesiyle
İran'ı terk etmiş ama ordu ve emniyet güçleriyle birlikte rejim ayakta
duruyordu. 1 Şubat'tan 11 Şubat'a kadar on gün ve on gece boyunca amansız bir
mücadele verilmiş ve 11 Şubat 1979 tarihinde İslâm Devrimi nihai zafere
ulaşmıştı...
Başta Tahran olmak üzere devrim öncesi İran şehirlerinin
hemen hemen hepsi sosyal ve kültürel yapı olarak Batı kentlerinden farksızdı.
Barlarıyla, pavyonlarıyla, genelevleriyle, meyhaneleriyle, kumarhane ve gece
kulüpleriyle çirkefin had safhada olduğu ve müptezelliğin yoğun yaşandığı
kentlerdi bunlar. Devrim gerçekleşince ilk işlerden biri olarak bu ifsad ve
pislik yuvaları kapatıldı ve yıkıldı. Yıkıldı diyoruz çünkü bir gazeteci olarak
bizzat şahitliğimizle Tahran'da bulunan büyük bir semt hâlindeki genelevler
buldozerlerle yıkılmış ve o mahalle millet parkı yapılmış. Kısacası başta
fuhuş, zina ve içki olarak menhiyattan yana ne varsa yasalarla yasaklanmış.
Elbette sadece toplum ahlâkını dejenere ve ifsad eden yerlerin kapatılmasıyla
yetinilmedi. Kapatılan iki yer daha vardı ki bunlar da fitne ve ifsadın
merkeziydi. Biri ABD'nin casusluk yuvası olan büyükelçilik binası, diğeri ise
Siyonist çetenin sözde büyükelçiliği. İllegal varlığından dolayı Siyonist
çetenin elindeki büyükelçilik binası hemen kapatılıp Filistinli yetkililere
tevdi edildi. Mütekabiliyet esasına dayalı diplomatik ilişkiler gereği ilk
etapta ABD Büyükelçiliği'ne dokunulmadı. Fakat burada hummalı bir şekilde
casusluk faaliyetleri sürdürüldüğü tespit edilince durumdan vazife çıkaran
üniversite gençliği ABD Büyükelçilik binasına baskın yapıp casusluk faaliyetlerinde
bulunan ABD vatandaşları esir alındı. Normal koşullarda her büyükelçilik binası
temsil edildiği ülkenin topraklarına aittir. Bu yüzden "Elçiye zevâl
olmaz" diye diplomatik bir kural vardır. Ancak burada casusluk söz konusu
olduğu için durum değişmiş oluyor. Rehine krizi tap 444 gün sürmüştü. ABD
Büyükelçilik binasına baskın yapan gençler ellerine geçirdikleri kesilmiş
belgeleri tekrar yapıştırıp toplamak bir hayli zaman almış ancak sonuç
itibariyle elde edilen kanıtlarla ABD'nin entrika ve casusluğu tescillenmişti.
ABD'nin sömürü vantuzları İran üzerinden kesilince bu yeni kurulmuş olan İslâm
Cumhuriyeti'ni yıkmak için her türlü entrika ve şeytanî plânlar geliştirip
saldırılarını sürdürdüler. Büyük şeytan ABD, bugün de aynı kin, nefret ve
husumetle dört koldan İslâm Cumhuriyeti'ne yönelik entrika ve saldırılarını
sürdürmektedirler. Bir taraftan uyguladığı ve yedeğine alıp başka ülkelere
uygulattığı ambargolar, diğer taraftan bölgede terör örgütlerine alan açıp
İran'ın lojistik destek verdiği Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'i
istikrarsızlaştırmak için bu ülkeleri terör ve iç çatışmaların sarmalına
sokmaktadır. ABD ve avanesi muvaffak olamayacakları işlere girişmişler ama
farkında değiller. Bugün gelinen destinasyon/nokta itibariyle İslâm
Cumhuriyeti'nin medar-ı iftiharı olan "Direniş Cephesi" bölgeyi
güvenli bir duruma getirmek için giriştiği temizlik operasyonlarında büyük
başarılar elde ederek çevreyi dizayn etmeye devam etmektedir. Aslında İslâm
devriminin en büyük kazanımlarından biri de budur. İmâm Humeynî'nin ruhu şad
olsun. Onun öncelikli olarak isteği denizden nehire bütün Filistin
topraklarının özgürlüğüne kavuşturulmasıydı. "Direniş Cephesi" bi
iznillah bu yolda zafere doğru ilerlemektedir.